BURHAN APİLİOĞULLARI
Amaç: Kliniğimizde akciğer hidatik kisti (AHK) tanısı ile takip ve tedavisi yapılan hastaların verilerini retrospektif olarak değerlendirmek.
Gereçler ve Yöntem: Kasım 2010- Kasım 2020 tarihleri arasında kliniğimizde AHK tanısı ile tedavi edilmiş olan 83 hasta; yaş, cinsiyet, kist lokalizasyonu, boyutu, kistin başvuru esnasında rüptüre olup olmadığı,başvuru sırasındaki semptomları, karaciğer kisti birlikteliği, postoperatif yatış süreleri açılarından değerlendirildi.
Bulgular: Hastalarımızın 33’ü erkek , 50 tanesi kadındı. Hastalarımızın yaş ortalaması 34,71 idi. Hastalarımızdan toplamda 109 kist çıkarıldı, bunlardan 9 tanesi dev kist olarak değerlendirildi. Sağ üst lob da 14, sağ orta lob da11, sağ alt lob da 37, sol üst lob da 16, sol alt lob da 31 kist tespit edildi. 9 hastada bilateral kist mevcuttu. Kistlerin 52 tanesi perfore, 57 tanesi intact idi. En yaygın semptom öksürüktü. 16 hasta ise asemptomatikti.
Sonuç: AHK’i vücudumuzda herhangi bir organı tutabilen zoonotik bir hastalıktır. Karaciğer kist hidatiğinden sonra ikinci sıklıkta görülmektedir. Akciğerin yapısından dolayı kolay büyüme eğilimindedir. Tanı da radyoloji çoğunlukla yeterli olmakta ve AHK’lerin tedavisinde cerrahi ön plandadır.
Anahtar Kelimeler: Echinococcus, Hidatik kist, Akciğer
HÜSEYİN CAHİT ÖZTEKİN, MUZAFFER ŞEKER, NEJDET POYRAZ, KEMAL EMRE ÖZEN, SEYİT EROL, DUYGU AKIN SAYGIN
Amaç: Arteria renalis’ler aorta abdominalis’ten köken alan en büyük damarlardır. Aorta abdominalis’ten sağlı sollu çıkan arteria renalis’ler, anteriorda yer alan venae renales ve posteriorda yer alan pelvis renalis arasından böbreğe girerler. Böbreğe girmeden önce iki veya daha fazla dala ayrılır. Pelvis ve üreter dublikasyonunda genellikle her bir renal segmentin ayrı beslenmesi vardır. Arteria renalisler böbreğe girerken anterior ve posterior dallarına ayrılır. Posterior dal arka yüzün orta segmentini besler. Anterior dal ise üst-alt polleri ve ön yüzü besler.
Gereçler ve Yöntem: Çalışmamız, 700 Multidedektör Bilgisayarlı Tomografi görüntüsü üzerinde gerçekleştirildi. Bu görüntülerden çalışmamıza uygun olan 178 vaka seçildi.
Bulgular: Çalışmamızda, Arteria renalis dextra’nın aorta abdominalis’ten ayrıldığı yerdeki çapı 0,58±0,12 mm, arteria renalis sisnistra’nın aorta abdominalis’ten ayrıldığı yerdeki çapı 0,65±0,13 mm olarak tespit edildi. Arteria renalis dextra’nın aorta abdominalis’ten ayrıldığı yerdeki kök çıkış açısı 124,04º ±17,48º, arteria renalis sinistra’nın ise 117.52º±14,05º olarak belirlendi. Ölçümleri yapılan hastaların 164 tanesinde sağ ve sol böbrekleri besleyen tek arteria renalis varken, 14 (%7,86) tane hastada ise böbreği besleyen iki adet arteria renalis olduğu tespit edildi. Bunlardan 9 (%5,05) tanesinin kadınlarda, 5 (%2,80) tanesinin ise erkeklerde idi. Çalışma kapsamında üç ve üzeri sayıda ekstra arteria renalis’e rastlanmadı. Yapılan ölçümlerde arteria renalis dal çıkış seviyeleri çoğunlukla diğer yapılan çalışmalardaki verilere paralel olarak L1 ve L2 seviyesinde yoğunlaştığı tespit edildi. Arteria renalis dextra’da L2 seviyesinde 72 (%43,9) - L1 seviyesinde 62 (%37,8) ve diğer seviyelerde 30 (%18,3), arteria renalis sinistra’da L2 seviyesinde 89 (%54,26) – L1 seviyesinde 51 (%31,09) ve diğer seviyelerde ise 24 (%14,65) olduğu belirlendi.
Sonuç: Elde ettiğimiz bulgular ile çalışmamızın özellikle bölge cerrahları için klinik bir önem oluşturacağını düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Arteria renalis, Multidedektör bilgisayarlı tomografi, Varyasyon
ÖZLEM DÜNDAR ŞAHİN, AHMET EREN ŞEN, BUĞRA KAYA
Amaç: 18F-florodeoksiglukoz (18F-FDG), pozitron emisyon tomografi/bilgisayarlı tomografi (PET/BT) görüntülemede lezyonların metabolik karekterizasyonunu göstermek için kullanılan radyoaktif bir ajandır. İntravenöz (IV) yoldan uygulanan 18F-FDG’nin çoğunluğu böbrekler aracılığıyla ekskrete edilir ve mesanede diffüz olarak akümüle olur. Ancak nadiren mesane posterior kesiminde seviyelenme gösterir. Çalışmamızın amacı 18F-FDG’nin mesane posterior kesiminde daha seviyelenme nedenini araştırmak, bu bulgunun görüldüğü hastaların ortak özelliklerini ve bu durumun klinik önemini belirlemektir.
Gereçler ve Yöntem: Eylül 2017 tarihinden itibaren çeşitli maligniteler nedeniyle 18F-FDG PET/BT görüntüleme yapılan ardışık 500 hastanın görüntüleri incelenerek 12 hastada mesanede 18F-FDG seviyelenmesi tespit edildi. Bu hastaların hastane arşivinden klinik özellikleri, laboratuvar bulguları ve radyolojikgörüntülemelerideğerlendirildi.
Bulgular: Taranan hastaların %2,4’ünde mesanede FDG seviyelenmesi saptandı. Bu hastaların hepsinde mesane distandü izlendi. Kan albumin düzeyinin 11 hastada referans aralığının altında olduğu tespit edildi. Yalnızca 4 hastanın tam idrar tahliline ulaşılabildi ve bunlardan 1’inde idrar yolu enfeksiyonu bulguları vardı. C-Reaktif protein (CRP) değerlerine ulaşabildiğimiz 9 hastanın tamamında bu değer yüksek saptandı. Tüm hastalarda malignite ile uyumlu 18F-FDG tutulumu gösteren odaklar izlendi. Ayrıca tüm hastaların Karnofsky performans skoru (KPS) 50 ve altındaydı.
Sonuç: Mesanede izlenen 18F-FDG seviyelenmesinin, enfeksiyon, tümör yükü, hastanın immobil olması ve mesanenin distandü olması ile ilgisi olabileceği gibi kan albumin düzeylerinin düşük olması ile de bağlantısı bulunabilir. Bu fenomenin klinisyenlere yol gösterici olabilmesi için daha geniş serilerde araştırılması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Mesane, Seviyelenme, FDG, PET/BT
OSMAN SERHAT TOKGÖZ, ALİ ULVİ UCA, MUSTAFA ALTAŞ, HASAN HÜSEYİN KOZAK
Amaç: Bebeklikte normalde sıklıkla görülen bimanual in-phase istemsiz hareket santral sinir sistemi maturasyonu ile hayatın ilk dekatında kaybolur. El baskınlığı belirginleşir ve karşı elin baskılanması amacıyla interhemisferik inhibisyon devreye girer. Ancak istemli olarak in-phase hareketler günlük hayatımızda sıklıkla kullanılmaktadır.
Gereçler ve Yöntem: Çalışmaya sağ el dominansisi olan 30 üniversite öğrencisi (14 kız, 16 erkek) dahil edildi. Bir tahta düzlem üzerine yerleştirilmiş iki adet vida düzeneği sıkma veya gevşetme emrini yapabilmek amacıyla bir tahta düzlem üzerine yerleştirilmiş iki adet vida düzeneği dizayn edildi. Test 1’de her iki el ile aynı anda vidaları sıkması, Test 2’de yalnızca sol eli ile vidayı sıkması istendi. Verilen her iki emiride doğru yapabilme oranlarına bakıldı. Cinsiyetler arası fark olup olmadığını anlamak için oranların karşılaştırılmasında Fisher’s exact test kullanıldı. P<0.05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Test 1: Bimanual vida sıkma testinde kadınlarda 11 kişi (%78,6) sol eli ile yapılması gereken antiphase hareket yerine inphase simetrik hareket yapmış ve sağ el vidayı sıkarken sol el istemeden vidayı gevşetmiştir. Bu oran erkeklerde %37,5 (6 kişi) idi. Kadınlarda hata oranı daha yüksekti (χ2:0.021, p: 0.033). Test 2: Unimanuel sol el vida sıkma emri verildiğinde kadınlarda 7 kişi (%50), erkeklerde 5 kişi (%31,3) yanlışlıkla vidayı gevşetti. İki grup arası fark bulunmadı (kikare: 0.295, p:0.457).
Sonuç: Yapılan testlerde kadın cinsiyetinde hatanın nisbeten daha yüksek olması erkek cinsiyetinin bu alet kullanımınında tecrübeli olması olabilir. Ancak bu fark daha otomatik olan bimanual emirde ortaya çıkmaktadır. İstemli dikkatin arttığı nondominant elin (sol) unimanuel hareketinde ise bu fark görülmemektir. Yapılan sol el hatalarının nedeninin nondominant elin ayna zıtlığında kaydedilmiş proprioseptif bilgilerinin hareketin gerçek yörüngesini gören vizomotor bilgilerle olan çelişmesi olabileceği düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: El baskınlığı, Motor öğrenme, İn-Phase hareket
MAJİD ISMAYİLZADE, HAYRİ AHMET BURAK NURŞEN, BİLSEV İNCE
Amaç: Diyabetik ayak osteomiyeliti, diyabetin en zorlu ve tedavisi karmaşık komplikasyonlarından birisidir. Bu durumun yönetiminde, yara bakımı ve kapama teknikleri de en az cerrahi ve medikal tedaviler kadar önemlidir. Uygun yara bakımı ve etkili pansuman, enfekte yarayı cerrahi için daha erken hazırlamakla birlikte medikal tedaviye yanıtı da hızlandırmaktadır.
Yöntemler: 2016-2020 yılları arasında diyabete bağlı osteomiyelit tanısı biyopsi ile doğrulanmış olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Prospektif şekilde yürütülen çalışmada hastalar rastgele randomizasyonauygun olarak gruplara ayrıldı. Açık yaralarına yönelik normal yara kapama teknikleri uygulanan hastalar grup 1’e, negatif basınçlı yara kapama uygulanan hastalar ise grup 2’ye dahil edildi. Demografik veriler (yaş, cinsiyet), osteomiyelitli kemik, yara lokalizasyonları, yara çapları, yatış süreleri ve geçirilmiş operasyon sayıları kaydedildi. İki farklı tedavi modalitesinin etkinliğini belirlemek adına her iki gruptaki ortalama enfekte dönem, ortalama operasyon sayısı ve ortalama yatış süreleri anlamlı farklılık açısından karşılaştırıldı.
Bulgular: Yatış süreleri sırasıyla grup 1’de ortalama 24,49 ± 16,5 iken, grup 2’de 17,15 ± 14,7 gün olarakhesaplandı. Ortalama enfekte dönem ise grup 1’de 19,0 ± 16,89, grup 2’de ise 17,33 ± 16,46 gün olarak hesaplandı. Ortalama operasyon sayıları ise normal yara pansuman teknikleriyle 2,15 ± 1,0 kadar iken, NBYT uygulanan hastalarda 1,55 ± 1,0 idi. Yatış süreleri ve geçirilmiş operasyon sayıları açısından iki grup arasında istatistiksel anlamlı farklılık saptanmasına rağmen, enfekte dönemler arasındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı saptanmadı.
Sonuç: Sonuç olarak, hızlı iyileşme sonrası hastaların yatış sürelerinde kısalma ve anlamlı daha az
operasyon sayısı negatif basınçlı kapama tekniğinin bu alanda avantajlı olduğunu sergiledi.
Anahtar Kelimeler: Osteomiyelit, Diyabetik ayak, Negatif basınçlı kapama, Vakum yardımlı kapama
ZEYNEP ALTUNTAŞ, ORKUN UYANIK, MOATH ZUHOUR, FAHRİYE KILINÇ
Bu yazıda, diyabetik ayak şikayeti ile kliniğimize başvuran 70 yaşında erkek hastada görülen postoperatif piyoderma gangrenosum vakasını sunmaktayız. Yara yeri debride edildikten sonra kısmi kalınlıklı deri grefti ile onarım yapıldı, iyileşme göstermeyen donör alandan alınan tam kat deri biyopsinin sonucu piyoderma gangrenosum olarak raporlandı. Bu tip greftin donör bölgesinde postoperatif piyoderma gangrenozumun gelişebileceği daha önce bildirilmediğinden dolay daha fazla cerrahi girişimden kaçınıldı ve hastaya kortikosteroid tedavisi uygulandı. Tam iyileşme yaklaşık 2 aylık tedaviden sonra gerçekleşti.
Anahtar Kelimeler: Deri grefti, Diabetes mellitus, Piyoderma gangrenozum
ALİ OSMAN GÜNDOĞAN, AHMET ÖZKAĞNICI
Amaç: Duane Retraksiyon Sendromu (DRS) tanısı konulan iki olgunun muayene bulguları, uygulanan cerrahiler ve sonuçlarını değerlendirmek.
Gereçler ve Yöntem: Farklı tip DRS tanısı almış ve farklı şaşılık cerrahi teknikleri uygulanmış iki olgunun klinik sonuçları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Aile hikayesi ve sistemik hastalığı olmayan 18 yaşında erkek ve 25 yaşında kadın olmak üzere iki olgu sunulmuştur. İlk olguya unilateral Tip-3 Duane sendromu tanısı konularak lateral rektus geriletme ve Y-split cerrahileri uygulanmıştır. İkinci olguya bilateral Tip-1 Duane sendromu tanısı koyulmuş ve bimedial geriletme cerrahisi uygulanmıştır.
Sonuç: DRS tüm şaşılık vakalarının yaklaşık %1’ni oluşturmakla birlikte, beraberinde ezotropya, ekzotropya, anormal baş pozisyonu ve vertikal kaymalar gibi daha birçok klinik özellik görülmektedir. Özellikle kayma açısı fazla, anormal baş pozisyonu olan ve aşağı/yukarı atımları mevcut olan olgular uygun zamanda planlanmış cerrahi tedaviden fayda görmektedirler. Burada sunduğumuz olgularımızda da uyguladığımız cerrahi tekniklerle hastaların kliniklerinde düzelme sağladık.
Anahtar Kelimeler: Duane retraksiyon sendromu, Şaşılık, Ezotropya