ONUR BİLGE, EMİNE CİHAN, CANSU ŞAHBAZ PİRİNÇÇİ, MUHAMMED ARCA, ELİF DİLARA DURMAZ
Amaç: Rotator manşet yırtığı, omuz ağrısına neden olan faktörlerin başında gelen en yaygın kas-iskelet sistemi bozukluklarından biridir. Bu çalışma rotatör manşet yırtıklarında yorgunluğun omuz fonksiyonelliği üzerine etkisini incelemek için yapılmıştır.
Gereçler ve Yöntem: Çalışmaya rotator manşet yırtığı olan, 18-65 yaş aralığındaki 52 hasta dahil edildi. Omuza ait yorgunluğu Görsel Analog Skalası ile sorgulandı. Omuz fonksiyonelliği Basit Omuz Testi (BOT) ile değerlendirildi. Değişkenlerin normal dağılıma uygunluğu analitik (Kolmogorov-Smirnov testi) ve görsel (histogram ve olasılık grafikleri) yöntemlerle ile elde edildi.
Bulgular: Katılımcıların %31’i erkek % 69’u kadın olup yaş ortalaması 51,59±10,66 yıl olarak hesaplandı. Yorgunluk ile BOT’un ağrı (r:-0,413, p:0,002) ve kuvvet (r:-0,435, p:0,001) alt parametreleri arasında orta seviye negatif yönlü ilişki elde edilirken günlük yaşam aktivitesi (r:-0,352, p:0,010) ile toplam BOT skoru (r:-0,275, p:0,048) arasında zayıf ve negatif yönlü ilişki saptandı.
Sonuç: Rotatör manşet yıtığı olan hastalarda omuz yorgunluğu ve farklı omuz fonksiyonları arasında ilişki bulunmuştur
Anahtar Kelimeler: Rotatör manşet yırtığı, yorgunluk, fonksiyonellik, rehabilitasyon, omuz yaralanmaları
ERHAN ARİKAN, MEHMET BEŞİR SÜRME
Amaç: Spontan intraserebral hematom, genellikle hipertansif değişikliklere bağlı, serebral vasküler yapıların rüptürü sonucu serebral parankim içine kanama olmasıdır. İnmelerin sık nedenlerinden olup, mortalite ve morbiditesi oldukça yüksektir. Bu çalışmamızda acile başvuran spontan intraserebral hematomlu olguların demografik, klinik ve radyolojik özelliklerini literatür ışığında analiz ettik.
Yöntemler: Bu çalışma, spontan intraserebral hematom tanısı konulan 27’si kadın ve 36’sı erkek olmak üzere toplam 63 hasta üzerinde retrospektif olarak yapıldı. Hastaların; yaş, cinsiyet, eşlik eden sistemik hastalıklar, oral antikoagülan kullanımı, başlangıç GKS’u, nörolojik muayane bulguları, hematomun lokalizasyonu, hematomun volümü gibi verileri incelendi.
Bulgular: 63 hastanın %57’si erkek idi. Hastaların %62’si 65 yaş ve üstü idi. Sistemik hastalıklar içinde en sık eşlik eden %46 ile hipertansiyondu. Hastaların %29’u oral antikoagülan kullanıyordu. Sıklıkla bilinç değişikliği (%44) ve motor defisit (%44) ile başvurdular. Hastaların geliş GKS’si % 55 oranında 13- 15 puan arasındaydı. Bilgisayarlı tomografi görüntüleri incelendiğinde hematomların en sık lobar (%47) yerleşimli olduğu izlendi. Hematomların %56’sının volümü 30 cm3’ün altındaydı.
Sonuç: Spontan intraserebral hematom tanısında, demografik, klinik ve radyolojik özelliklerin dikkatle incelenmesi oldukça önemlidir. Çalışmamızın retrospektif analizindeki verilerin literatür ile büyük ölçüde paralellik gösterdiğini saptadık.
Anahtar Kelimeler: Acil servis, retrospektif, spontan intraserebral kanama
BEYHAN CEYLANER BIÇAKÇI, HİDAYET FAZİLET ÖNER DİNÇBAŞ, SONGÜL KARAÇAM
Amaç: Lokalize prostat kanserinde farklı planlarda normal doku komplikasyon olasılığının hesaplanması ve yan etki değerlendirmesi
Yöntem: Farklı konformal planları yapılan 16 olguda normal doku komplikasyon olasılıkları (NTCP) değerlendirilmiştir. Hedef hacimler ve riskli organların NTCP değerleri Lymann-Kutcher- Burman(LKB) modeliyle hesaplanmış, rektum, mesane ve femur başı için 4 alan ve 6 alan sanal planlarda karşılaştırma yapılmıştır. Tedavileri 6 alan ile yapılan olguların mesane, rektuma ait akut ve geç; femur başı geç komplikasyonları ile ortalama dozlar, volüm yüzdesi(V%), NTCP değerleri korele edilmiştir. Korelasyon işleminde paired-t test, Wilcoxon ve Spearsman testleri kullanılmıştır.
Bulgular: Dört ve 6 alan planlamalarda ortalama organ riskini gösteren V% değerleri (p=0.0001) ve NTCP femur başı için anlamlıdır(p=0.008). Genitoüriner sistem akut komplikasyonlarıyla NTCP ilişkisi istatistiksel anlamlıdır (p=0.019). Mesane ortalama dozu (p=0.015) ve izomerkezdeki dozun >%50’sini alan V%‘de anlamlılık izlenmiştir(rs=0.5446, p=0.029). Femur başı, izomerkezdeki dozun >%50 doz alan volüm yüzdeleri arasında 6 alan lehine anlamlılık saptanmıştır (paired-t test p=0.0001).Femur başının, 4 alan planlarda komplikasyon olasılıkları anlamlı yüksek bulunmuştur(p=0.009). Geç yanetkiler ve NTCP arasında istatistiksel anlamlı ilişki gösterilememiştir.
Sonuç: Alan sayısının artmasının yararı, daha yüksek terapötik dozlarla tümör kontrolünün artması ve normal dokuda koruma sağlamasıdır. NTCP modellemeleriyle günlük alan değişiklikleri ve riskli organ pozisyon değişikliklerinin hesap edilemeyeceği akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Prostat kanseri, konformal radyoterapi, NTCP
ALİ HAYDAR YILMAZ, FAİK ÖZEL
Amaç: Tiroid hormonları iskelet kası fizyolojisi, metabolizma, kasılma, kas lifinin plastisitesi, hasarı, onarımı ve kas lifi türü değişimi için gereklidir. Biz de çalışmamızda tüm inkontinans tipleri ve tüm yaş grupları ve aşırı aktif mesane hastalığı olanlarda troid fonksiyon testleri analiz edilerek bu özel grup hasta popülasyonunda anlamlı bir ilişkinin varlığını saptamaya çalıştık.
Hastalar ve Yöntem: Üroloji polikliniğine gelen hastalardan üriner inkontinans ve aşırı aktif mesane hastalığı olan 139 hasta cinsiyet farkı gözetmeksizin ve tüm yaş grupları ile çalışmaya dahil edildi. Çalışmada hastalar inkontinans tiplerine göre urge inkontinans, stres inkontinans ve miks inkontinans olarak üç grupta incelendi.
Bulgular: T4 ve TSH verilerine göre üriner inkontinans arasında istatiksel olarak anlamlılık saptanmadı. OAB v8 skor ortalaması 19.7±6.2 ICIQ-SF skor ortalaması 10.1±3.9 olarak saptandı. Gruplar arasında ortalama skorlar ayrıntılı olarak hesaplandı. OAB v8 skoruna göre 1. ve 3. gruplar istatiksel olarak anlamlı idi. ICIQ SF formuna göre 1. ve 3. gruplar ve 2. ve 3. gruplar istatiksel olarak anlamlı olarak saptandı.
Sonuç: Yapılan çalışmalarla desteklenen tiroid hormonlarının periüretral kaslar üzerinde sensitivitesinin olması özellikle stres üriner inkontinans mekanizması üzerinde düşünmemize sebep olmaktadır. Ancak bizim verilerimize göre tiroid hormonları ile inkontinans arasında anlamlılık saptanmamıştır. Bu veriler ışığında geniş hasta katılımı ve her yaş grubunu ve her iki cinsiyeti içine alan çalışmamızın inkontinans fizyolojisi ve aşırı aktif mesane ile ilişkisini araştırarak, ileride daha çok merkezli araştırmalarla desteklenerek literatüre katkı sağlayabileceği kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: Sıkışma, tiroid, üriner inkontinans, aşrı aktif mesane hastalığı
NURULLAH ALTINKAYA, MEHMET GİRAY SÖNMEZ
Amaç: Bu çalışmanın amacı, Trans-Obturator Tape(TOT) cerrahi uygulamasının kadın üriner inkontinans ve kadın cinsel fonksiyonları üzerindeki etkisinin araştırılmasını amaçlamaktır.
Yöntemler: Ocak 2018-Temmuz 2021 tarihleri arasında transobturator tape(TOT) cerrahisi uygulanan hastalar çalışmaya dahil edildi. Preoperatif dönemde ve postoperatif 3. ayda Uluslararası Standartlaştırılmış Kadın Cinsel İşlev İndeksi(FSFI), Uluslararası İnkontinans Sorgulama Formu(ICIQ-SF), Aşırı Aktif Mesane Değerlendirme Formu(OAB-V8) ve Ürogenital Distres Envanteri(UDI-6) anketleri uygulandı. Preoperatif ve postoperatif veriler karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya TOT cerrahisi uygulanan toplam 37 hasta dahil edildi. Hastaların ortalama yaşı 58.6±7.1 yıl idi. Ortalama takip süresi 15, 2±4.8 ay olarak saptandı. 22(%59,5) hastanın en az bir adet ek hastalığı mevcuttu. FSFI, ICIQ-SF, OAB-V8, UDI-6 skorlarının preoperatif dönemdeki değerlerinin postoperatif dönemde düzelme yönünde anlamlı değişiklik gösterdiği saptandı. (sırasıyla p<0.001, p<0.001, p<0.001, p<0.001)
Sonuç: Trans-Obturator Tape(TOT) cerrahi uygulaması kadın stres üriner inkontinansını azaltmakta olup kadın cinsel işlevi üzerinde de olumlu etkilerde bulunmuştur. Ayrıca TOT cerrahisi sonrası başlanan β3- adrenoseptör agonisti olan Mirabegron tedavisinin cerrahi sonrası gelişen aşırı aktif mesane semptomlarını azalttığı görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Üriner inkontinans, stres inkontinans, transobturator tape, kadın cinsel fonksiyon bozukluğu
YEŞİM KÜÇÜKKAĞNICI, BERAY SELVER EKLİOĞLU, MEHMET EMRE ATABEK, SERDAR CEYLANER
İdiyopatik infantil hiperkalsemi (IHH); hiperkalseminin nadir sebeplerindendir. Dehidrasyon, kusma ve gelişememe ile karakterize en sık 24-hidroksilazdaki (CYP24A1) mutasyonlardan kaynaklanan bir hastalıktır. Son zamanlarda, böbrekte eksprese edilen sodyum fosfat kotransporter'da (SLC34A1) mutasyonlar, idiyopatik infantil hiperkalseminin ek bir nedeni olarak keşfedildi. Bu yazıda SLC34A1 geninde homozigot mutasyon saptanan bilateral nefrokalsinozis saptanan idipatik infantil hiperkalsemi tanılı bir olgu sunulmuştur. Artmış nefrokalsinoz ve böbrek yetmezliği riskleri nedeni ile özellikle ailede nefrolithiazis öyküsü olan ve akraba evliliği olan hastalarda akılda tutulması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Hiperkalsemi, nefrolithiyazis, infant
HAYRİYE NERMİN KEÇECİ, HATİCE KOÇAK EKER, HÜSEYİN ÇAKSEN
Robinow sendromu (RS), ayırt edici kraniyofasiyal özellikler, iskelet anormallikleri ve diğer anomalilerle karakterize, otozomal dominant (DRS) ve resesif (RRS) kalıtılan konjenital bir iskelet displazisidir. Sebep olan genler heterojendir. Robinow sendromunun tüm tipleri genel olarak benzer klinik özelliklere sahip olsa da, bazı genotip-fenotip korelasyonları vardır. Burada amacımız diş tedavisi için başvuran, dismorfik özellikler nedeniyle pediatrik genetik polikliniğine sevk edilen ve ROR2'ye bağlı Robinow sendromu tanısı alan 11 yaşındaki kadın hastanın klinik bulgularını tanımlamaktır.
Anahtar Kelimeler: Otozomal resesif, çarpık dişler, mezomeli, robinow sendromu, ROR2, skolyoz
MERYEM İLKAY EREN KARANİS, İLKNUR KÜÇÜKOSMANOĞLU, ALPASLAN ŞAHİN
Granülomatöz apandisit nadirdir ve apendektomi materyallerinin %2’sinden azında görülür. Granülomatöz apandisitin enfeksiyöz ve nonenfeksiyöz birçok nedeni vardır. Karın ağrısı, mide bulantısı, ateş şikayetiyle acil servise başvuran 22 yaşında erkek hastanın fizik muayenesinde rebaund, defans saptanmıştır. Lökosit 12590/mm3 idi. Ultrasonografide apendiks çapı 14 mm ölçülmüştür. Apendiks tümörü düşünülen hastaya sağ hemikolektomi + omentektomi + mezenterik lenf nodu diseksiyonu yapılmıştır. Duvarı kalınlaşmış, lümeni genişlemiş ve nekrotik hal almış olan apendiksten hazırlanan kesitlerde akut ve kronik yangısal infiltrasyon ve az sayıda granülom yapısı görülmüştür. ‘‘Granülomatöz apandisit’’ olarak raporlanan olgu cerrahi rezeksiyon dışında tedavi almamıştır, beş yıldır takip edilen hastanın ek şikayeti olmamıştır. Granülomatöz apandisitlerin %5-10’u Crohn hastalığına bağlıdır. Apendikste granülomatöz yangı yapan diğer nedenler arasında yersinia enfeksiyonu, tüberküloz, sarkoidoz, aralıklı apandisit, yabancı cisim reaksiyonu, fekalite bağlı tıkanıklıklar, divertikülit, mukosel ve tümör yer almaktadır. Granülomatöz apandisit tanısı alan hastalar ganülomatöz apandisit yapan nedenler yönünden araştırılmalı ve özellikle Crohn hastalığı açısından uzun dönem takip edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Apendiks, granülomatöz apandisit, crohn hastalığı